Heidelberg'e giderken; bir kenarda yemyeşil dağların, diğer tarafta ormanın rengini verdiği ırmakların manzarayı tablolaştırdığı yollardan geçiyoruz.

Heildelberg'e gelip trenden indiğimizde dikkatimizi çeken ilk şey, şehir içinde bir çok yerde bulunan 'otopark'ların yerini almış 'bisikletpark'lar oluyor.



Dağların yamacına kurulmuş, etrafı büyük surlarla çevrilmiş krallığın manzarası; tırmanılan onca dik
yolun hakkını veriyor gerçekten.


Eski şehrin bulunduğu yerde, gördüğümüz herşey gerçekten çok eski.Öyleki turist rehberleri de ortamın havasına kendilerini fazlasıyla adapte etmişler.Bölgeyi tanıtan kişinin döneme uygun giyinmesi dinleyicilerin dikkatini daha fazla çektiğinden, anlatılanları ilerde unutmamalarını sağlayan önemli bir etkenmiş.

Fotoğraftaki bayan da İspanyol bir grubu gezdiren bir rehber. Mesela ilerde bu grubunda içinde yer aldığı bir topluluğa Heidelberg' in tarihini sorulduğunda ilk parmak kaldıranların kim olucağı şimdiden belli oldu.Madem böyleydi de bizim Tarih hocalarımız neden bu kuralı hiç dikkate alarak derslere farklı kostümlerle gelmediler. Mesela İstanbul'un fethini neden Fatih Sultan'ın kostümleri ile Arap atıyla canladırılmadı.
Ondan sonra bu çocuklar neden öğrenemiyorlar?
Öğrenemezler tabi, kostümsüz olurmu bu işler !

Kaleden inişimiz boyunca birbirinden güzel yapılar, tarihi eserler görüyoruz.1500'lü yıllardan kalmış bir ev bazen tarihi bir çeşme, bazen çok eski bir kilise .

Karl-Theodor köprüsünün manzarası en az kale kadar hoşumuza gidiyor.



Güneşin en güzel renklerini gösterdiği saatlerde, Nekar nehrinin karşı kıyısı olan Leinpfand yolundan yürüyoruz.Çimenler havanın tadını çıkarmak için kendini sokağa atanlarla dolu.







Bayern Munchen-İnter Şampiyonlar ligi final maçı sayesinde merkezdeki sokaklar çok hareketli; öyleki dönüşümüzde Vikingli bir İskandinava bile rastlıyoruz.
Heidelberg' e ait yeme içme ve gezi rehberi için buraya tıklayın !